2 Aralık 2013 Pazartesi

Gittiler



Kalbi sıkıştı. Böyle bir şey miydi acaba ölmek de? Nefes alıyormuş da ama almıyormuş gibi.. Sigarasından bir nefes daha almaya çalıştı. Belki şu titreyen ellerinden kurtulurdu. Sigara içmediğinde olurdu ya hani kimi zaman. Sigarayı tutmakta bile güçlük çekerdi. İki fırt sonra geçerdi hiç olmamış gibi. Öyle geçer zannetti de sarıldı sigaraya, ama içine çekemedi dumanı. Sigaradan eskimiş ciğerleri nefes alamıyor gibiydi. Ah alabilse bir nefes, tek bir nefes, çekebilse içine tüm nikotinini dumanın, işlese damarlarından tüm vücuduna dek, unutacaktı sanki her şeyi. O yüzden mi sarılmıştı hemen, sigaranın külüne muhtaç gibi. İçine çekemediği sigara dumanı gözlerini yakmaya yetiyordu anca. Daha da sıkılmıştı canı.

Ayaklarının altında sürünen sigara, içindeki tüm sinirini çıkarmaya yaramıştı en azından. Ezdi ezdi, bıraktı sonra. Yok edemezdi ki. Bir izmarite baktı bir de ucundan dökülen tütün parçalarına. Yanmayı beklerken özgür kalan tütün ve kaderi yine değişmeyen zavallı izmarit.. Baktı ve durdu. Yaşadıklarını hayattan silip atamayacağını o an anladı. Ne olup ne bittiyse, hiç yoktan ezilmiş bir izmarit kalacaktı sona. Bir tekme savurdu izmarite, savruldu tütün parçaları.

“Sessizlik ölüm demektir. Gürültülü mezarlık gördün mü hiç sen?” dedi bir ses. Kafasını yavaşça çevirdi. Görmek istemeyip bakmak isteyendi o an. Ellerini kirli sakallarında gezdiren amcayı fark etti. Sessizliğini sürdürdü. Amca devam etti: “Bir izmaritin ölümü sıradandır, sigaranın ölümü ise cinayet..” kafasını döndürmeden dinledi amcayı. Gözleri, yerde bir şey kaybetmiş ama bulmak da istemezmiş gibi aranan rolüne devam etti.

Dışarının ayazından kendisini üzerindeki yıllanmış mont değil de anıları ve içkisi korur gibi, soğuğu görünce titreyenlere inat dim dik ayaktaydı amca. Elindeki gazete kâğıdına sarılı şişeyi gösterdi elini kaldırarak. Davet miydi içmeye, ikram mıydı pek anlam veremediyse de, o da kaldırdı elindeki etiketi koparılmış şişe birayı. Amcanın gözlerinin içine bakarak zoraki bir yudum aldı birasından. Kelimeler ne zor toparlanıyor insanın aklında diye düşündü. Bir şey söyleyecek olsa söyleyemeyecekti sanki. Konuşmak isteyip konuşamamak hüznünü bakışlarından silemediğinden olacak, amca karşıya bakarak “Neden?” diye sordu. Ne zor bir soruydu bu. Konuşamayacaktı. Cevapsız bırakacaktı. Sesi çıkmazdı ki. İstese de yapamazdı. Fakat birden durdu kalbi ve “Gitti.” diyebildi sadece, “gitti”. Yüreğinden teker teker fışkırıp havada kelime olabilmişti sanki o harfler. Bir an durup içindekileri kusan kalp tekrar çalışmaya devam etmişti. Havadan uçuşan “gitti” sigaranın yanan tütününe dokunarak ısındı, dönüp dolaşıp havada şarabın içine düştü. Derin bir nefes alan amca, bir yudum aldı şarabından: “Gittiler.”

***

Az önceki telefon görüşmesinde randevulaştığı arkadaşına anlatmıştı onun ne kadar güzel olduğunu: “Olum bu sefer olacak galiba ya, çok güzel gidiyor” deyip kapatmıştı telefonu. Yüreği kıpır kıpır olsa da içindeki enerjiyi başkalarına harcamamalıydı, onun yegane sahibi vardı. Elinden gelse uyumayıp sabahlara kadar onu izleyebilirdi. Onun gözlerinin içine bakarken “Gözleri ne renk ki?” diye sorsa birisi, cevap verebileceğini hiç zannetmiyordu. En güzel parfümler alıp sadece ona kokmak istiyordu. Akşam eve döndüğünde üzerine sinen kokusu için neler vermezdi ki. Sıradan bir otobüs yolculuğunda düşündükleriydi bunlar. O’nsuz her an, uzayıp gidecek ve O hiç gelmeyecek zannettiğinden bir an olsun aklından çıkarmıyordu.

Karşısındaydı işte. Gözlerinden öptü önce. Sonra tutup şöyle bir süzdü onu: “Bu elbiseyi hiç görmemiştim” deyip gülümsedi. Zoraki mi gülümsemişti o da? Sarılmak istedi, ama olmadı. Aklını kurcalamaya hala yetmiyordu olanlar, yetmeyecekti de.

***

Gözlerinde en ufak bir pişmanlık pırıltısı olmayan kadının gözlerine bakıp, “Seni seviyordum ama” demek, bir erkeğin düşebileceği en aşağı durumdur. Emekleye emekleye yürütülen ilişkinin, düştükten sonra yerden ellerindeki tozu silkerek kalkmasını hayal eden en çok kaybedendir. Sevmişti elbet. Fakat kaybeden değil yarım kalan olmuştu.

***

Gözlerinde birer damla yaş ile yaşamayı öğrenen amca, sigarasından çektiği dumanı saldı yavaşça. Kıvrılarak yükseleduran dumanı seyrederken, o an amcanın koltuk altından bir defter çıkarttığını gördü. Uzattı yavaşça. Eline alıp defteri inceledi. Başlıkta “gittiler” yazıyordu. Sonraki sayfaları çevirdi usulca. Hızla çevirse anılara zarar verecek, amcayı üzecek zannetmişti. Tüm sayfalar el yazısı ile doluydu. Son sayfa ise tek bir cümleye ayrılmıştı:

“Bir kadını unutmanın en iyi yolu onu edebi esere dönüştürmektir.” Henry Miller

Eline boş bir kağıt aldı. Yazmaya başladı..







Bölüm sonu canavarı : Zeki Müren - Seni sordum yıldızlara

Not: Bir yazı yazabilmek için onu yaşamış olmana gerek yoktur. Ama elbet en iyi yaşayan yazar.



3 Ekim 2013 Perşembe

siktir et

Kusasım geliyor bütün organlarımı. Önce bugün ölmemek için yediklerimi, sonra içtiğim biraları. Hepsi bitince de sırayla organlarımı. Bir doktor kafasıyla yazacak değilim. Karaciğerimin ağzımdan çıkamayışını, onu parçalara ayırmak zorunda kalışımı hayal ediyorum. Hiç otopsiye girmedim ama çok ceset gördüm. Hiç birinin ağzında çıkmış bir bağırsak yoktu. Dışarıda görseniz sevip o minik yanaklarını sıkacağınız, masumiyetine kurban olacağınız küçük bir kız çocuğunun cesedini de gördüm. Hiç biri yalnız değildi. Ağlayan, üzülen insanları vardı. Ağlayanların gözlerinde minik beyin parçaları göremedim diye mi bu pisliğim bilmiyorum. Ölmek bu olmasa gerek. Temiz ölüm olmaz ki. Öldün mü kirlenmeli dünya, kirlenmeli o sabahtan ütülediğin markalı beyaz gömlek. Temiz ölüm çirkindir. Paramparça olmak gerek. Parçalanasın ki arkanda hiçbir şey kalmasın. Azrail şaşırıp kalsın seni görünce. Tövbe etsin mesleğine. Durup bir düşünsün pisliğini. Sonra o da ölsün. En azından ölmek istesin. Kendini kusmak istesin. Pis birisi Azrail. İntihar edemediği için de onursuz. Geçse karşımıza dese ki “bıktım ben de ölmek istiyorum. Pisliklerimi kusasım geliyor. Yaşamak için de en ufak bir şey kalana kadar her şeyimi kusuyorum.” O zaman izlemek isterim onu. Üç yaşındaki çocuğumu benden aldığı için nefretle izlesem onu. Çıkar mı Melek’im onun içinden. “Abi çok uğraştılar beni yaşatmak için ama ölüme direndiğim için bana herkes pislikmişim gibi bakıyordu burada, tanrı dahil” der mi? “Affediyorum seni” der mi? “Kusma abi kendini. Yok kus biraz, hiç sevme ama”, der mi? Demesin sevme demesin. Severim ben yine. Kusana kadar, aç gibi yediğim sevdaları düşünürüm o zaman. Utanırım. Dilim uyuşur. Beynim çalışmaz olur. Tutamam karaciğerimin ağzımdan çıkmaya çalışmasını. Pis miyim ben? Sevdik diye mi tüm bunlar? Dalağım çıkmak üzere. Çıkamıyor. İzin vermiyorum. Kusmaya çalışan ben değil miydim? Korkma olum. Testislerime kadar kusup klozete dökmek isteyen ben değil miydim? Sifonu çekeceğim anı zevkle bekleyen ben değil miydim? Bak sonra domestosla da temizlerdim ama. Pislik bırakmak istemem arkamda. Anam ne derdi sonra. O eve temizliğe gelecek diye koca evi temizleyen bendim. Klorak kokuyor buralar. Kustum mu ki? Temizlemeye çalıştığıma göre bir şeylerimden kurtulmuş olmam gerek. Beynim mi aktı burnumdan. Burnundaki pislikleri sümküren yaşlı dedeler ne kadar da iğrençsiniz. Siktirin gidin evinizde kusun burnunuzdan o bunamış beyninizi. Az sonra öleceksiniz diye doluştunuz cami avlularına zaten. Samimi değilsiniz, ikiyüzlüsünüz. Herkes birbirini kandırıyor. Tanrı da kandırıyor bizi. Hiç kusmayı denedin mi tanrı efendi. Tövbe estağfirullah tanrım ya. Kus bir kez içindeki kötülüğü, bak kusmuğuna. Bizi seviyorsan eğer bizi de kus. Severek öldürüyorsun bizi. Yalan söyleme bari bize. Yak beni cehennemimde. Hazır mı ateşinin korları. Derimi eritip eritip tekrar iyileştir. Tekrar yak. Zevk al şu pisliğinden. Aramızda bir tek mutlu sen görünüyorsun zaten. Mutluluğunu kus bize. Mutluluğa aç insanlar toplar onları, yemlenirler zevkle. İzlerken sen de gevrek gevrek gül. Gül ki kusman kolaylaşsın. Bizim de tek derdimiz gülebilmekti. Yalnızken bol bol gülen adamlarız elhamdürilillah. Amin. Hep uğraştık, hep didindik ki yalnız gülmeyelim diye. Hep sevdik, hep sevdik. Sonra olan oldu gülmekten de vazgeçtik zaten. Siktir et ya.

8 Şubat 2013 Cuma

Lapsus Calami 6


*** Sigarayı bıraktırma hattı aradı geçenlerde. Dedi duyduğumuza göre sigara içiyormuşsunuz, bıraktıralım dedik. Aman ne iyi ettiniz dedim, buyrun buyrun rahatsız olmayın dedim. Dedim siz gelmeseydiniz ben gelecektim. Hemen ciddiye aldı telesekreter hah dedi işte bu. Dedi ne kadar zamandır içiyorsunuz. Dedim neyi? Suyu deyip bastı kahkahayı kulağıma kulağıma. Gittikçe çirkinleşti gülmesi. Dedim iyi misiniz? Sigaraya açım abi dedi. Kaç aydır içmiyorum dedi. Tıktılar buraya beni vermiyorlar hiç dedi. Var mı bir sigara, ühü dedi. Ağlamaya başladı kulağıma kulağıma. Dedim ben içmem ki sigara. O zaman niye oyalıyorsun bizi g.t dedi. Telesekreterliğine verip, arada nargile içerim ama dedim. Bu bir mutlu oldu, bir mutlu oldu, telefondan fışkırıyor mutluluğu. Bir anda çorabının içinden sigara paketini çıkarıp arkadaşına veren insan gibi hissettim kendimi. Ee ne zaman içiyoruz dedi. Dedim şu an bıraktım ben. Kısa bir sessizlikten sonra g.t deyip suratıma kapattı telefonu. Ben de nargilemi içmeye devam ettim. Nargilem duman duman..

*** “Babaanne bak yol, aaa köprü, aa tren bu, aaa araba, aa direk, aaa köpek” diye diye tüm otobüs yolculuğu boyunca kafa şişiren çocuğa dönüp kendisini göstererek “aaa salak” diye bağırdım. Galiba artık vatana, memlekete faydalı bir birey olamayacak. Üzgünüm.

*** Koşan bir inek görsem gözüm açık gitmez gibime geliyor. Evet gibime geliyor.

*** Kendi verdiği parayı geri almayan bankamatik kadar çirkinine rastlamadım ömrümde. Olmuş, bir hata yapmış, fazla para çekmişsindir. Geri yatırmak için kendisine tekrar başvurursun, parayı almaz geri verir. Sanki kendince bir ders verme havasında: “madem benle dalga geçiyorsun, al bakalım paranı iki düzelt öyle koy” der gibi sırıta sırıta. Pis şey seni.

*** “Aşk: onun seni her anışı, senin içinde tatlı çarpıntılı kalp çınlaması..”  “Ağbi biri seni anıyorsa git konuş bence.” Seyit Ali Aral

*** Zor değil yalnız olmak, asıl zor olan sevememek, sevilmemek.

*** “Ayakkaplarım” diyen insan, bence çok güzel bir insan.

*** Medeniyet dediğin gecenin bir körü bomboş yolda kırmızı ışıkta beklemek değil de nedir?

*** Kırlangıç yuvası gördüğüm zaman çocukluğum aklıma gelir. Tüm çocukluğum boyunca arka bahçeye bakan balkonumuzda hep aynı yere yaptılar yuvalarını. Büyük kırlangıçların yuvalarındaki kırlangıç yavrularını beslemelerini izlemek en büyük zevklerimdendi. Gelenler hep aynı kırlangıçlar mıydı bilmiyorum ama her sene gelmeyi aksatmadılar. Kendimi büyümüş olarak tariflediğim yıllarda, liseyi bitirdiğim yaz yerlerinde yoklardı. O yıldan sonra bir kez dahi uğramadılar. Çocukluğumda kaldı kırlangıç yuvası..

*** “Belki bir gün
bir şiirin içinde rastlaşırız seninle..” Leyla ile Mecnun'dan.

*** Sarhoşa "serfoş" diyen babaannem de güzel insan tabi.

*** Alt komşumuz büyük bir iyilik yapıp bize yine yemek getirdi. Bir ay bizde kalan tenceresini hatırlamış olacak ki, tabağı boşalttırıp geri istedi. Zalım öğrenci evleri..

*** Otobüs durağında “70 geçti mi?” diye soran adama “970 mi?” diye soruya soru ile karşılık veren ben mi saçmayım, yoksa “yok düz 70” diye cevap veren o mu ben çözemedim. Evet ikimiz de saçmayız galiba.

*** 'Jeanne d’Arc’ın öteki ölümü adlı oyunda Jeanne d’Arc hapishanede idamını beklerken: "tanrım! neden eninde sonunda bütün kahramanlarını yalnız bırakırsın!"

*** Görmeyenler derneğinden dört insanımız almışlar ellerine sazlarını, türküler söylüyorlar köy köy, mahalle mahalle. Tek bir dertleri var. O da sanatlarına değer verilmesi ve derneğin geçiminin sağlanması. Ama bizim halkımız onlara dilenci muamelesi yaptığı için birer tl atıp yanlarından kaçmayı yeğliyor. Tek tesellim onların bu manzarayı görmüyor oluşu..

*** Gömleğinin sol cebinde sigara ile bilimum kartvizit ve kağıt taşıyan insan da çok güzel insan be.

*** Nereye bakılacağına karar verilemeyen yerler: asansör ve otobüste karşılıklı oturulan koltuk..

*** Köydeki anneanneye alınıp, köy evine asılan Da Vinci’nin Mona Lisa tablosu.. kendi başına bir hikaye..

*** Bizim kapı zili “boş akbil” gibi ötüyormuş da haberimiz yokmuş. İstanbul’dan gelen arkadaşımın zil sesine gıcık oluşu ile farkına vardık.

***Cool olma uğruna otobüs kaçıran bünyeye de ne demeli. Koşsan arkasından ne olacak sanki. Nice otobüsler kaçtı bu uğurda.

*** Elbet bizim de bir gün terliği ıslanmayan bir banyomuz olacak. Selam olsun ıslak terlikli banyosu olanlara.

*** Yolda teyzenin biri saati sorduğunda kolunda saati olmasına rağmen dönüp bakmayan da, saati olmasa da etrafta saat arayıp teyzeye yardım etmeye çalışan da doktor olacak. Çok enteresan di mi?

*** Facebook’ta “Nil hocayı sevenler” diye bir grup vardı içi olabildiğince ergen dolu. Dur bakıyım n’olcak dedim ve girdim. “Eşşek kadar adam olmuşsun ne işin var abi burda? Git üniversiteden hocaları ekle, yalakalık yap” demediler. Yadırgamadı kimse, aldılar beni de aralarına. Bağırlarına bastılar beni. Üzerimde gereksiz bir mutluluk oluşmuştu. Artık ben de bir ‘Nil hoca sever’ olmuştum. Dedim; “Nil hoca sevilmez mi? Hiç Nil hoca kötü olur mu, naptınız siz?”. İyice kaptırdım, durduramıyordum kendimi. “Hayal edebiliyor musunuz ey ergenler, Nil hocanın elinde cetvel, öğrencilerine kötü davranıyor falan. Olabilir mi ki böyle bir şey ya” derken engellemişler beni. Ergenler işte.. 


Derşan
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...