31 Mart 2012 Cumartesi

döner kapı gerilimi

   oldum olası şu döner kapılardan hep tırsmışımdır. sen nasıl bir aletsin öyle. etrafa gerilim saça saça dönüyor. bırak içine girmeyi daha yaklaşırken elim ayağım titriyor. sakin kalmaya çalışıp, o an bir strateji geliştiriyorum. adımlarımla yaklaştıkça ismini dahi anarken gerildiğim alete, matematiksel hesaplarla hangi araya gireceğimi kestiriyorum. en çok dikkat ettiğim şeyse o gireceğim arada asla başka kimse olmamalı. zaten tek başıma gerilimim tavan bir de ikinci şahısla o an düşüp bayılabilirim. ne kadar ikinci şahıs istemesem de kimi zaman bazı şahıslar(ki kendileri nereye yetişiyorlarsa artık) hemen arkamdan benim bulunduğum araya giriverirler. o an öne doğru koşup camı kırıp kendimi atasım gelir. sonra da o şahsa dönüp "ne acelen vardı, mutlu musun şimdi" deyip çocuk gibi ağlayasım gelir. o şahsın sonraki davranışlarının hayal ettiğim gibi olamayacağından kendimi tutar, içimden bilmem kaça kadar sayarım.
    bazı kapılarda ise çok sevdiğim bir özellik vardır. belirli bir süre kimse kullanmadığında kapı kendiliğinden durur. işte öyle kapılar candır. öyle kapılar tapılasıdır. öyle kapıları gördüm mü hiç kaçırmam. daha fotosel beni algılayıp, kapıyı döndürene kadar ben içeri girmiş olurum. o aheste aheste ilerlerken, daha olağan hızına ulaşamadan içeriden de çıkıveririm. evet çok severim böyle kapıları ben.
    kimi kapıların gerilimi yetmiyormuş gibi bir de kapıdan geçtikten sonra karşına çıkıveren güvenlikleri var. ben hiç sevmem güvenlikleri. oldum olası soğuk gelir bana. hele ki döner kapılardan sonra ise güvenlik hiç hazzetmem. gerilimime gerilim katar. ben hiç sevmem döner kapıları ve güvenlikleri.

Lapsus Calami
31.03.2012

30 Mart 2012 Cuma

ölümüne



her sene izmir tiyatro günlerini sabırsızlıkla beklerim. gelen oyunların çok iyi işler olması ve oyuncuların harika performanslarının yanında her yeni sene farklı bir "hikaye" ile karşılaşmam galiba beni bu kadar sabırsız yapan. ve bu senenin ilk oyununa da dün akşam gitmiş bulunmaktayım. "ölümüne" kent oyuncularının hakikaten döktürdüğü bir oyun diyebilirim. yani bıraksalar sabaha kadar kadriye kenter'i oturup izleyebilirdim. engin hepileri'yi de ilk kez bir sahnede izledim ve müthiş bir performansı vardı. aslında oyunun bu kadar komik ve hareketli olacağını tahmin etmemiştim. çok güzel bir başlangıç oldu tiyatro günleri için.
http://www.izmir.bel.tr/Kultursanat/Anasayfa

28 Mart 2012 Çarşamba

özgürlük üzerine

özgürlük gökyüzünü yaşamaktır. betonla sınırlı gökyüzüne sahip şehirlerde ancak hapishane penceresinden dışarıyı izleyen mahkum kadar özgürsün. başını yukarı kaldırdığında gökyüzünü dağlar sınırlıyorsa, yıldızları tek tek sayabiliyorsan geceleri işte o zaman özgürsün demektir.
***   otobüste yanında güzel bir hatun oturan gencin dramını allah kimseye yaşatmasın. zira kendileri ne yapacağını bilemeden öylece oturur. başını ne sağa ne de sola çevirebilir, heyecandan öylece kitlenip kalır. oldu canım zaten o da sürekli seni takip ediyodu da, acaba ne yapacak benim yakışıklı diye. bi sakin ol be kardeşim. bi rahat ol. sonra hatun sanki onunmuş gibi sahiplenmeler, hatuna bakanlara ters ters bakmalar falan... hatun o an inse otobüsten ne yapacaksın, ne diyeceksin o ters ters baktığın adamlara. hiç düşünme zaten bunları. al indi zaten, ne yapacaksın bakalım. anca bak arkasından.
***    yan komşu ile banyolarımızın arasında bir tek duvar olması ne acayip ya. sabah duş alıyosun arkadan çıt çıt diye lavaboya vurma sesi geliyor. o an anlıyorum ki bizim yan komşu tıraşını oluyor sabah sabah. gereksiz bir tebessüm oluyor insanda. ayrıca sanki o an aynı anda banyodaymışız gibi geliyor. ve hemen o duyguyu silip atıyorum. hiç hoş değil. acaba o da bizim için diyor mudur aynı şeyleri. sonra bunu ev arkadaşıma söylüyorum. adamın aklına hemen pis şeyler geliyor: "ya o şeyi yaparken de ses gidiyosa". ulan sanki herkes ölüm sessizliği içinde yapıyor da o işi. o iş derken anladınız tamam.

27 Mart 2012 Salı

***    hayattan detaylar: metroda hangi taraftan ineceğini kestiremeyen teyze telaşı..

26 Mart 2012 Pazartesi

aforizmalar

*** Artık yolculuklarımız hayat kadar hızlı. Arkamızdan su dökmeye bile vakti yok yalnızlığımızın.


*** Öğrendikçe yalnızlaşırsın dedi amcam bir ayak üstü sohbetinde, öğretmen olması tezatlığıyla.

*** Görmek için bakmak gerekmez. bazen bakmak da yetmez..

25 Mart 2012 Pazar

uzun beyaz bulut

"Gelibolu'nun ayazı yamandır. Hiç acımaz, çarpar insanı. Gelibolu'nun ayazı serttir .Ege'den hiç beklenmeyecek kadar hırçındır, insafsızdır. Uğultulu seslerle ürkütücü bir hikaye anlatarak dolaşan rüzgar insanı döver, hırpalar. Sessiz ve incecik yağan erken bahar yağmuru, rüzgarın anlattığı ürkütücü hikayeyi anlamış kadar içini titretir insanın. Rüzgarın anlattığı hikaye, bunu daha önce hiç duymamış, hiç bilmemiş olanları bile etkiler, hüzünlü bir iz bırakır ziyaretçilerde. Gelibolu'nun rüzgarı yorar, yalnızlaştırır. Gelibolu'nun ayazı yaman ve ürperticidir. Yabancılar bunu anlamaz, Doğu-Akdeniz'de ayazın bu kadar sert olabileceğine inanmazlar. Ancak Çanakkale'nin yerlileri bilir ayazının sertliğini. Gelibolu Yarımadası ayazın en yaman vaktinde, erken baharda çarpar insanı.."

 Uzun Beyaz Bulut - Buket Uzuner

23 Mart 2012 Cuma

ezginin günlüğü


Ezginin Günlüğü dinleyince çoğu zaman içimi bir hüzün kaplar. nedendir  bu hüzün bilmem derdim önceden. şu an fark ediyorum. ezginin günlüğü benim yaşanmışlıklarımı temsil ediyor, özellikle de aşkları...


geçmişi kurcalamak mantıksız gelir hep bana. yaşanmış yaşanmıştır ve bitmiştir. özellikle de hatırlamamak istenen şeyleri hatırlayıp üzülmek.. ne kendimi yerlere atmışlığım, ne de depresyona teğet geçmişliğim vardır geçmiş için. bu huyu nereden edindim bilmiyorum ama galiba güzel bir şey. işin ironik yanı yaşadıklarımı unutmam çok zordur benim için. öyle olduğunda hep güzel anlar aklıma gelir. özellikle de sıradan günümü farklı kılmış şeyler. fakat bugün fark ettim. ben kendime bazı geçmiş yaşanmışlıklarımı hatırlamayı yasaklamışım.



"kaç mevsim aşk pazarında geçti yalanlarla"  deyip düşler sokağında pembe bir geziye çıkarır beni ezginin günlüğü her dinlediğimde. elimde bir kitapla hayal ederim kendimi, olmayan bir kitap. geleceği anlatan ama okumayı bir türlü bilmediğim bir kitap. karşımda da olmayan bir kadın. pencere kenarında oturup uzun ince parmakları ile parkta oyun oynayan küçük bir kız çocuğunu gösterip yüzünden içimi eriten gülüşü eksik olmayan bir kadın. sıcacık sohbetimizle hayattan zevk aldığım bir düş bu. düşler sokağı işte.




martılar uçuşur küçük kayığımın etrafında. bir küçük simidi paylaştığımız martılar. mavi denizimin üzerinde beyaz bir gelincik gibi salınır martılar. "gel gezmelere gidelim biz bulutların asfaltında " diye öter martılar üzerimde. seslerinde beni kendine çeken bir tılsım var. atlayıp kanatlarına tutunasım, uçup onlarla gökyüzünü yaşayasım var.

Ezginin Günlüğü dinleyince bir hüzün kaplar içimi. geçmişe rağmen geleceğe dair bir hüzün. ellerimi istemsiz iki yanıma açar, gökyüzüne bakarken bulurum kendimi. belki de küçük bir sahil kasabasında kahvaltı yaparken hayatı neşe dolu dostlarla... hayatın sadece saat tik taklarından ibaret olmadığını anlarım. aşklar yaşarım, hem de imkansız denilen zor aşklar. ve her şeye rağmen güzel yaşarım, her şeye rağmen.



Lapsus Calami
21.03.2012


13 Mart 2012 Salı

rüzgar gülü

     Rüzgar güllerini seyre dalmış bir çocuk var, hasadı geçmiş zeytin ağaçlarının arasında. Elinde de minicik, rengarenk bir rüzgar gülü. Devasa olana inat hızla dönüp duruyor çocuğun elinde. Neler düşlüyor bilinmez. Kitabımı bırakıp neler düşündüğünü tahmin etmeye çalışıyorum. devasa rüzgar gülünün, eline alıp koşturduğu kendi rüzgar gülüne göre daha büyük ve ulaşılmaz olduğuna inanamıyordur herhalde. O sıra kulağıma gelen ses aniden yükseliyor.



Ve çocuk da umudunu yitirmeden zeytin ağaçlarının arasında koşturmaya devam ediyor. Ona göre en büyüğü kendisinin rüzgar gülü. En renklisi de..



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...