20 Eylül 2012 Perşembe

Canı Cehenneme



“Senin de canın cehenneme! Senin ve bu koca şehirde yaşayan herkesin canı cehenneme! Mesai saatlerinde kariyere odaklanan, mesai bitiminde LCD'ye gömülen, Ducan diyetiyle vücudunu biçimleyen, hafta sonları Park Orman konserleriyle stresini dinlendiren, Yılmaz Özdil'le ülkeyi biçimlendiren, geceleri yatarken Elif Şafak kitaplarıyla kültürünü besleyen bakımlı baylar ve bayanlar hepinizin canı cehenneme... Üniversitedeyken üzerinde bit-bir tişört, sırtta bir çanta ülke ülke gezme planları kurarken, evlenince 'ETS Tur- Madrid-Barcelona-5 gece 6 gündüz'e 12 taksit isteyenlerin canı cehenneme... Akdeniz mutfağı ve dev beyaz tabakların canı cehenneme... Avakado dilimleriyle sotelenmiş deniztarakları, buharda pişmiş mevsim sebzeleri ve ılık kestane ile servis edilen ıspanak yatağındaki levreğin canı cehenneme... On dakikada bir çantasından çıkardığı jelle elini ovuşturup geriye kalan bütün ellere şüpheyle bakan hijyen manyaklarının canı cehenneme... 20'li yaşlarında güneş gözlüğü ve araba anahtarlarıyla adamlığa terfi edenlerin ve onların evlenir evlenmez diyete terfi eden eşlerinin canı cehenneme... Düğünlerde Jennifer Aniston gibi süzüldüğünü sanırken aslında Nilgün Belgün'den öteye gidemeyen gelinlerin, gelinlerin kuyruğunu toparlayan kara gün dostu telaşlı arkadaşların, kaygı ve aşırı makyaj yüklü suratlarıyla etrafı süzen kayınvalidelerin ve kolunda müstakbel eşiyle davetlilerin olduğu salona girerken libidosunu kapıda bırakan damatların canı cehenneme... Özel bir gecede altına sandalye ittiren erkek bulunca derhal 'mersi' diyen kadınların ve dünyada milyonlarca satılmasına rağmen aldığı tek taşla özel bir an yarattığını sanan erkeklerin canı cehenneme... Kariyerini 'elinin tersiyle' itip Fransa'da pastacılık eğitimi alanların, kariyerini bir anda silip küçük ama sevimli bir kafe açanların, kariyerini ani bir kararla terk edip kendini mistik doğuda arayanların canı cehenneme...”


Fırat Budacı’ya ek olarak:

* Bindiği takside kulaklığını takıp şoförle tek kelime dahi konuşmayarak cool olduğunu zannedenlerin canı cehenneme,

* Sigara içmeyi ‘adam olmak’ zanneden sesi daha oturmamış ergenlerin annelerinden bol parfümle gizlemeye çalıştığı sigara kokusunun canı cehenneme,

* Facebookta Zuckenberg’in getirdiği her saçmalığa itirazını bilgisayar ışığı ile aydınlanan odasında sessizce söylenerek yapanların canı cehenneme,

* Gazetelerin yazdığı her haberle gaza gelenlerin canı cehenneme,

* Çocuğa kendi adından önce küfür öğretenlerin canı cehenneme,

* Her ter kokana kendisi doğuştan deodorantlıymış muamelesi yapanların canı cehenneme,

* Yurt dışına gitmiş olmayı, gidip anı yaşamaktan önce tutup, feyslik foto arayışında olanların canı cehenneme,

*Reklamında kadın vücudunu kullanmadan yoğurt dahi satmayan borsa değeri ile kalitesi ölçülen şirketlerin canı cehenneme,

* Kendisine çiçek almadığı için ‘öküz’ diye nitelendirdiği heriflerinin aldığı hediyeleri parasına göre değerlendiren kadınların canı cehenneme,

*Kadınlara karşı ağzından güzel bir sözü cimrinin cebinden para çıkarışı gibi çıkaran heriflerin canı cehenneme,

* İnsan gibi alkol tüketemeyenlerin ve ağzıyla içmeyenlerin canı cehenneme,

* Futboldan başka söyleyecek sözü olmayanların canı cehenneme,

* Kaldırımları yap-boza çevirirken verdiği rahatsızlıktan dolayı sürekli özür dileyen belediyelerin canı cehenneme,

* Berberliğinden utanıp kendine kuaför diyenlerin canı cehenneme,

* Okuyup, dinlediğinden çok konuşanların canı cehenneme,

* Öss’deki puanının insanlığına bir artısının olmadığını hala fark edemeyenlerin canı cehenneme,

* i-phone’un bilindik zil sesini yükledikleri telefonlarıyla konuşma adabını dahi bilmeyenlerin canı cehenneme,

* Elindeki ceketi sahilde yere sürüyerek yerli dizi özentisi sahte aşk yanılsaması acısı çekenlerin canı cehenneme,

* Memleket meselelerinde dürüstlük taslayıp kahveye gittiğinde tavlada hile yapan amcaların canı cehenneme,

* Sokakta Greenpeace’çi çocukları dinleyecek iki dakikası olmayanların canı cehenneme,

* Kitap okuyorum diye geçinip popüler kültürün kölesi olanların canı cehenneme,

* Milletlerini çok severken insanlarını sevmeyi unutanların canı cehenneme,

* Şiirden nefret edenlerin canı cehenneme,

* Instagram’da paylaştığı pazar kahvaltısı fotoğrafı ile Cemal Süreya tanımlı mutlu olduğunu zannedenlerin canı cehenneme,

* Ota boka “canı cehenneme” diyenlerin canı cehenneme…



Derşan

18 Eylül 2012 Salı

yalnızlık ömür boyu



" yalnızlık.
her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında
tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir
kıymetini bilmelidir, dedi.
yalnızdır insan
hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır.
kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke.
kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da.
insan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı 
ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında.
ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi.
tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın
aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi
aşık olun! 
gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı
nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi.
sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri.." **





** 'Bana Bir Şeyhler Oluyor'dan

8 Eylül 2012 Cumartesi

Tarhana Kokusu



Parmaklar çok şey anlatır ama
Bizimkiler suskun
Çatlak oysa her yerinden
dipleri hayatın karası kaplı çatlaklar.
Ellerimize sıçramış yalnızlığımız
“Dokunmak yasak” tabelası da yok oysa.
Gelecek umuduyla beslendikçe
kanayan ruhumuz da yalnız.
“Elbet solacak çiçekler”
Desek kızarlar mı bize?
Çiçekleri özlesek peki?
“Nerde o beyazlara bürülü mazi”
Dese, yaşanmışlık kokan amca;
Ağlar mıydık?
Tarhana kokusu karışsa ayazımıza;
Gülümser miydik?
Ama beraber..



1 Eylül 2012 Cumartesi

Tüm Bunların Hepsi Aşk İçin Mi?



    Öldü “zaman”… Öldü akrep. Yelkovan, bir kez daha döner miyim acaba telaşında çırpınmakta son kez.

    Öldü “mesafeler”… Acısı duyulmadı hiç. Sadece öldü.

    Yaşayan bir tek “yalnızlık” kaldı geriye. İroni mi dersiniz bilmem ama yalnızlık da yalnız kaldı. Saçma değil mi yalnızlığın yalnız, tek başına kalması? Oysa o hepsinden çok istedi ölmeyi. Tanrı cezalandırdı onu. Tanrı da yalnız değil mi? Tanrı kendini de cezalandırmış olmasın böylece.

    Tüm bu çıkmazın ortasında tanrı “aşk”ı yarattı. Amacı neydi bilinmez, sadece yarattı. Zaman yokken yarattı. Mesafeler yokken yarattı. Bir tek yalnızlık vardı aşk yaratıldığında. Tanrı cezalandırdı mı aşkı yalnızlıkla? Tanrı öyle her şeyi cezalandırmakla mı uğraşır? Hiç sanmam. Sadece yarattı.

    Aşk, yaşadı yalnızlıkla bir süre. Cezası –yine ceza mı dedim- neyse çekti ki, sonunda tanrı zamanı diriltti.

    Akrep canlandı. Sessizce canlandı. Öyle çok sesi çıkmaz zaten akrebin. Sakince yaşar her şeyi. 

    Yelkovan hoyratça salındı durdu yine, ilk turunu atarken sonsuz ritminin. Yelkovan haşarıdır biraz. Mazur gördü tanrı.

    Mesafeler dirildi birden. Zamanla aşkın arasına girdi. Aşkı da, zamanı da değerli kılsın diye yarattı tanrı onu. Görevini sonuna kadar da yaptı.

    Yalnızlık yine yalnız kaldı. Tanrıyı kıskandı mesafelere karşı. Zamanı da aşkı da anlamlandıranın kendi olduğunu düşündü bencilce. Evet, bencildi yalnızlık.

    Ve tanrı “özlem”i yarattı sonunda. Tüm bu karmaşaya çözüm bulsun diye. Mesafelerle değerlenen zamanı da, aşkı da, yalnızlığı da özlemin şefkatine bıraktı.

    Tanrı neden özlemi yarattı? Siz tanrı olsanız, ne yapardınız tüm bu karmaşanın ortasında? Tüm bunların hepsi "aşk" için miydi gerçekten?.


Derşan

İlham verene sonsuz teşekkür..
(Fotoğraf: Pınar Şahintaş)

Yeniden




Kalbim artık kapalı aşka inanmıyorum
Bir kez daha sever miyim birini bilmiyorum
Aldattım aldatıldım ama son kez ağlıyorum
Her bitişte aslında yeniden başlıyorum
Her bitişte aslında yeniden

Gün doğmadan neler doğar diyorlar korkuyorum
Pes etme sakın sen devam et diyorlar yoruluyorum 
Yazın susuz kalan nehirler gibi kuruyorum 
Zaman gerek bana bekliyorum 
Zaman gerek bana bekliyorum 

Her seferinde yeniden küllerimden doğuyorum 
Her bitişte aslında yeniden başlıyorum
Her seferinde yeniden küllerimden doğuyorum 
Her bitişte aslında yeniden


Osman Sonant -Yeniden

iki siyahi atlet eylemi


200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atletin, Tommie Smith ve John Carlos’un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posteri yıllarca hayal dünyamızı ve asıl oda duvarlarımızı süslemişti.

İtiraf ediyorum ki, Aynur Çağlı’nın o muhteşem haberini okuyana kadar aynı karede önde duran, gümüş madalyalı Avustralyalı beyaz atlete hiç dikkat etmemişim. Adı Peter Norman imiş…



İşte bu atlet geçen hafta öldü. Haberin ve konunun tekrar gündeme gelmesinin sebebi budur.

Gelelim hikayeye…

Mexico City’de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış.

Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman’ın yanına gelerek sormuş:

- İnsan haklarına inanıyor musun?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı’ya?
- Bütün kalbimle…

Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:

- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam: Amerika’daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler… Ama nasıl?

Fikir Norman’dan geliyor: bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne ‘İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi’nin kokartını iğneliyor.

Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor.

Ve tabii (hatırlıyorum) dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor…

Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor. Eylem amacına ulaşmış, Amerika’daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.

Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman?

Meslektaşım Aynur’un anlattığına göre, Norman’ın da hayatı kararmış.

Tommie Smith diyor ki:

“Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya’ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi.”

Avustralya Devleti Norman’ı ölene kadar affetmemiş ama… Norman intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.

Ölene kadar süren ‘eylem kardeşliği’…

İki amerikalı ve bir Avustralyalı ‘lanetli’ atletin o gün başlayan ‘eylem kardeşliği’ ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler.

Ta, geçen hafta, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.

Ve şimdi, fotoğrafın sağına tekrar bakın

Melbourne’de yapılan cenaze töreni. ‘Onurlu beyaz atlet’ Peter Norman’ın tabutu, Tommie Smith (solda) ve John Carlos’un omuzlarında ..

"Doğru söylemenin yeri ve zamanı yoktur."



.alıntıdır.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...