27 Nisan 2012 Cuma

Velet

"Hangi takımı tutuyorsun abicim sen" ile başladım kafasını okşarken söze. Minik gözlüklerinin üzerinden şöylece bir süzdü üzerimdeki siyah-beyaz çubuklu formayı. Hemen beşiktaş diye bağırıp gülümsemesini bekledim. Diğer çocuklar gibi, üzerimdeki formayı görüp ben kızmiyim diye başka takım da olsa bir kaç dakikalığına beşiktaşlı olmayı sorun etmiyeceğini, hatta bazı uyanıklar gibi benden bir kaç gofret ve dondurma bile koparmasını bekledim. Fakat gelen cevap biraz ürküttü beni: "Futbolda mı?"

O sorunun altından bir kültür fışkıracakmış gibi beklerken ben, ardından bir soru daha geldi: "Üzerindeki hangi takımın forması ki?" İçime biraz olsun su serpilmişti. Çocuğun entelektüeli de hiç çekilmez ki zaten. Peşi sıra vurucu sorular, iğneleyici cevaplar.. Onun böyle bir çocuk olmadığını düşünüp rahatlamıştım. Bu rahatlığımın bir anda zulme dönüşmesi için bir kaç soru daha geçmesi gerektiğini nereden bilebilirdim ki.

Gol atınca kendini takımına adadığını minik bir jestle anlatan bir futbolcu gibi formanın üzerindeki armayı tutup öptüm. Bu jestim karşısında hiç bir tepki vermemesini neye yoracağımı düşünürken "Tabi ki Beşiktaş" diye çıkıverdi ağzımdan. Gözlüğünü küçük bir burun hamlesi ile yerine yerleştirdikten sonra; "Bence kimse takım tutmamalı" dedi. Benim yerimde başka bir fanatik olsa kafasının arkasına hafifçe(!!) vurup "Sen boş ver onu bunu Beşiktaş'ı tut" derdi. Ama ben bu çocuğu çözmeliydim. Neyin nesiydi bu çocuk, kimdi?

"Neden tutmasın ki" dedim felsefi bir duruş sergilemek üzereyken, "Hayatta herkesin gönül verdiği, sevdiği bir şey vardır." Felsefi yaklaşımım onu pek tatmin etmemiş olsa gerek: "Bence kimse takım tutmasa takımlardan çok spor sevilir hale gelir." 'Şimdiki çocuklar pek bi akıllı' diyen babaanneme hak verir gibi oldum bu cevap karşısında. Bu konuları aile sohbetlerinde konuştuklarını düşünüp, oradan çalınmış bir cümle diye yorumlamak isterdim. Fakat o an karşımda kırmızı kazağının üzerinde atılmış fuları ile oturan, bir elinde kemik çerçeve gözlüğü diğer elinde de kahvesi ile bana endüstriyel futbol hakkındaki görüşlerini anlatan biri oturuyordu sanki. Ağzından çıkan her kelimeyi özenle seçen ve karşısındakini de minik minik iğneleyen bu çocuk zordu, çok zor.

Gözlüklerinden onun sıradan bir çocuk olmadığını anlamalıydım aslında. Gözlük takan yaşıtlarında gözlüğün arkasında ip olurken onunkinde yoktu. Gözlüğün düşme durumunda boyunda asılı kalmasını sağlayan bu aparat bu çocuğa çok aşağılayıcı gelmişti anlaşılan. Büyümüş de küçülmüş tabirini gereksiz bulan ben dahi bu çocuk karşısında suskunluğumu bir kaç kelime dışında bozamadan onun büyüsünde yüzüyordum. Ne yapıp edip onu alt etmeliydim.

Beşiktaş'ı övmemi hiç bölmeden dinledikten sonra şöyle bir düşündü. Ellerini çenesinin altına götürüp ileride oluşması muhtemel top sakalını sıvazlar gibi yaparak konuştu: "Beşiktaş'ı tutmam diğer takımların maçlarından zevk almamı engelleyecekse niye tutayım ki?" Bir an aklıma babamın bir sözü geldi: "bir çocuğa alınan ilk forma hangi takımınsa o çocuk o takımı tutar." Çizgi film karakteri gibi tepemde yandığını hissettiğim ampulün de etkisiyle formayı çıkarıp çocuğa verdim. Önce yadırgasa da teşekkür edip annesinin beklediğini söyleyip yavaşça arkasını döndü. Yürümeye başladı.

Adımlarını bilerek mi yavaş atıyor yoksa o an bir ağır çekimde miyiz derken çocuk arkasını döndü ve durdu. İğneleyici bakışlarından uzak bir bakış attı önce bana. Minik elleriyle formayı havaya kaldırıp armasını öptü. Ve o en başta beklediğim gülümsemeyi fırlattı bana doğru. Velet işte..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...